5 Ekim 2007 Cuma

Göz kapaklarımın varlığını hissetmeye başladım. Kapanmak istiyor, sanki ağırlaşıyordu. Uykum geliyordu. Çayımdan bir yudum aldım, fincan boşaldı. Tabağın üstüne koydum, yandaki çay kaşığını da fincanın içine koydum ve sebepsiz bir hareket olduğunu düşünerek biraz ileri ittim. Belki de elimi çarpmamak için geliştirdiğim bir refleksti. Her neyse.

Evde çalıştığım için dışarı çıkmak iyi gelmişti aslında. Son zamanlarda işlerin yoğunluğu ve üstüme çöken kapkara bir bezginlik bulutu yüzünden evden pek çıkmıyordum. Bugün mecburiyetten çıktım. Üniversiteden bir arkadaşım İstanbul'a gelmişti bir kaç günlüğüne, görüşmek istedi. İyi kızdı da, biraz çok konuşurdu eskiden. Pek de kolay muhabbet edemezdik. Çok mu farklıydık, çok mu aynıydık diye düşündüm bir süre. Nişanlanmıştı ve nişanlısıyla tanıştırmak istiyordu beni. Garson yanıma yaklaştı, fincanı alırken çıkan sesten irkildim.

- Bir şey ister misiniz?
- Bir çay daha alayım, fincan.

Garson uzaklaştı, ben de. Yine düşünmeye başlamışım, bu kez de masaya gelen fincanın sesinden irkildim. Bir kere daha aynı şeyi yaşamamak için dikkat edecektim, üçüncü de olursa komik olacaktı çünkü, utanırdım.

Fincana üç şeker attım ve karıştırdım. Arasıra bir yudum çay içerek düşüncelerimle beklemeye daldım yine. Düşünceler arasında sürükleniyordum sanki. Hatıralar, planlar, hatıralaşmış planlar, gerçekleşebilmiş planlar, gerçekleşememiş planlar, insanlar, şarkılar, kitaplar... Etraftaki insanlara da gözüm takılıyordu bazen, ama bu kısa sürüyordu. Bir şey üzerinde fazla duramayacak kadar yorgun, uykusuz ve o az önceki kara bezginlik bulutunun yağmurlarıyla sırılsıklam olmuş bir haldeydim.

Kafe çok kalabalık değildi. Hafta ortasında bir gün ortasıydı vakit; bu saatlerde büyükler iş yerlerinde, küçükler de okullarında olmalıydı. Ortadakiler vardı ortalıkta sadece, üniversite öğrencileri, işsizler, belki de benim gibi işini evinden yürütenler. Ortadakiler, arada kalmışlar. Kısık sesli şarkılar çalıyordu; sakindi bu şarkılar. Uykuya karşı direncim azalıyordu.

15 Eylül 2007 Cumartesi

Ilık Bir Çay

Sesim çıkmıyordu. Boğazım öyle felaket ağrıyordu ki... Ilık bir çay içsem iyi gelirdi diye düşündüm. Çok zor da olsa doğrulabildim yattığım kanepede, bir kaç saniye oturdum öylece. Salonun soğuk havası çarptı sırtıma ve battaniyenin altına doğru kaydığı göğsüme, ürperdim. Bu buz gibi havada niye yakmazlardı ki şu kaloriferi? Tıkanan burnumda bir hareket vardı sanki, sinüslerde bir şeyler yer değiştiriyordu belli ki. Ayağa kalktım, gözüm karardı. Düşecek gibi oldum, bacağımı kanepeye dayayarak dengemi yeniden sağladım. Mutfağa gittim. Mermer tezgahın altında iki tane dolap vardı; ama yeni bir şey değildi zaten bu. Bu eve taşındığımdan beri hep öyleydi. Krem renkli, üzerinde kahverengi çizgiler olan bir mutfak dolabı. Tezgahın altında bulaşık makinesi, iki sıra dolap ve bir de üst üste üç çekmeceden oluşan bölüm vardı. Güzel görünüyordu aslında, renkleri duvarlarla, yerdeki parkelerle ve küçük halıyla uyumlu sayılırdı; ama eski olduğu için biraz yıpranmış, çizilmişti.

Demlik poşetiyle yapardım çayı hep. Bir kaç farklı çeşit çay alıp harmanlamak lazımdı aslında, küçükken öyle yapardı annem, onun kokusu çok güzel olurdu. Ama ben üşenirdim hep. Dolaptaki kutuyu aldım, büyük bir hevesle çıkardım koydum tezgahın üstüne. Ocağın üstünde duran çaydanlığı kestirdim gözüme, harekete geçtim. Demliği alıp kenara koydum, altına da musluktan su doldurdum. Ocağı yaktım ve üstüne koydum ikisini de üst üste. Dün akşamdan beri bir şey yememiştim. Midem burkuldu sanki. Üst dolapların birinde bisküvi olacaktı... Heh, oradaydı, süper!

Biraz sonra su kaynadı.

Ilık bir çay içsem iyi gelirdi boğazıma.